6 Haziran 2016 Pazartesi

Türk Aşıklık Geleneği; Ozanlık


Türk Aşıklık Geleneği..Ozanlık, Aşıklık geleneği, eski Türk Şamanlık geleneği ile doğrudan bağlantılıdır. 
Şamanlar sözlü Kültürü belleklerinde tutan ve Taşıyan insanlardı. Diyar diyar gezerek Türküleri, ezgileri, masalları, atasözlerini insanlara aktarırlardı.. Yakut Şamanlar 14.000 kelimelik bir hafızaya sahipken, normal insanlar 4000 kelimelik bir hafızaya sahiptirler.

Şamanlık sırlarına ermek Şamanların "Tarasun" adı verilen şarap benzeri bir içkiyi içmelerinden sonra olur. Bu içkiyi içen Şamanlar "Irlamaya" yani Türküler söylemeye başlarlar.. Günümüzde "Bade İçmek" ile aynıdır.

Bu ritüel bir anlamda Hayat Suyu içerek göksel sevgili ile buluşma ve birtakım gizli güçlere sahip olma anlamı taşır. Türklerdeki Alplerin ve Kağanların mezar başlarındaki heykellerinde, ellerinde tuttukları kadeh ile "Ant İçme" ritüeli de, Şarap içerek sonsuz hayata kavuşma, Tanrıçayla (sevgili) karşılaşma anlamı taşır..Zaten "AŞIK" sıfatı da, bu göksel sevgili ile buluşma sonrasında alınır.

5 Haziran 2016 Pazar

Fuzuli Kimdir? Hangi boydan? Fuzuli'nin eserleri? - Kısaca


7 Ulu ozanlarımızdan olan Bayat boyuna mensup Fuzuli'nin. Azerbaycanın başkenti Bakü'de bulunan anıtı.

Fuzuli beş yüz beyitten oluşan, Beng ü Bade ( Afyon ve Şarap )
adlı mesnevisinde Osmanlı padişahı 2. Beyazid ve Safevi hükümdarı Şah İsmail'i anlatmaktadır. Mesnevide afyon 2. Beyazid'i. Şarap ise Şah İsmail'i temsil etmektedir. ' Sıhhat ü Maraz' isimli mesnevisinde Farsça ve Türkçeyi karşılaştırmış, ve Türkçenin daha üstün bir dil olduğuna vurgu yapmıştır.

Rind ü Zahid isimli düzyazısı ve insanın serüvenden hakikate nasıl ulaşabileceğini anlatmıştır.

En önemli eserlerinde birisi olan Su kasidesinde hiç şüphesiz Peygamber sevgisini anlatmıstır.

En önemli eseri olan Hadikat-ü Süeda'dır ( Mutluların Bahçesi )
Burada Hz. Hüseyin ve yoldaslarının Kerbela'da şehit edilişini işlemiştir.

Fuzuli veba hastalağından dolayı Hakka yürümüştür. Vasiyeti üzerine Kerbelaya defin edilmiştir.

4 Haziran 2016 Cumartesi

Türkiye'de kaç tane Cemevi var? Hangi şehirlerde Cemevi var?


2015 yılında tespit edilen Türkiyedeki Cem evlerinin toplam sayısı 937 tanedir.

En çok Cem evine sahip ilk 3 ilimiz ise ; 
Tokat : 172 tane Cem evi
Çorum : 90 tane Cem evi
Sivas : 71 tane Cem evi

2015 verileri göre Türkiyede tam 31 ilde Cem evi bulunmamaktadır. Bu iller ise, Afyon, Ağrı, Artvin, Bilecik, Bitlis, Bolu, Erzurum, Giresun, Hakkari, Kars, Hatay, Kastamonu, Kırklareli, Kırşehir, Mardin, Muğla, Niğde, Rize, Siir, Sinop, Trabzon, Van, Aksarat, Karaman, Batman, Şırnak, Bartın, Karabük, Kilis ve Düzcedir.

İllerdeki Cem evleri sayısı ;

Adana : 4 tane Cem evi
Adıyaman : 4 tane Cem evi
Amasya : 49 tane Cem evi
Ankara : 40 tane Cem evi
Antalya : 7 tane cem evi
Aydın : 13 tane Cem evi
Balıkesir : 13 tane Cem evi
Bingöl : 3 tane Cem evi
Burdur : 1 tane Cem evi
Bursa : 13 tane Cem evi
Çanakkale : 1 tane Cem evi
Çankırı : 8 tane Cem evi
Çorum : 90 tane Cem evi
Denizli : 4 tane Cem evi
Diyarbakır : 3 tane Cem evi
Edirne : 1 tane Cem evi
Elazığ : 6 tane Cem evi
Erzincan : 13 tane Cem evi
Eskişehir : 22 tane Cem evi
Antep : 8 tane Cem evi
Gümüşhane : 1 tane Cem evi
Isparta : 9 tane Cem evi
Mersin : 3 tane Cem evi
İstanbul : 63 tane Cem evi
İzmir : 26 tane Cem evi
Kayseri : 4 tane Cem evi
Kocaeli : 11 tane Cem evi
Konya : 1 tane Cem evi
Kütahya : 8 tane Cem evi
Malatya : 18 tane Cem evi
Manisa : 10 tane Cem evi
Maraş : 63 tane Cem evi
Muş : 15 tane Cem evi
Nevşehir : 8 tane Cem evi
Ordu : 30 tane Cem evi
Sakarya : 1 tane Cem evi
Samsun : 17 tane Cem evi
Sivas : 71 tane Cem evi
Tekirdağ : 2 tane Cem evi
Tokat : 172 tane Cem evi
Tunceli : 8 tane Cem evi
Urfa : 4 tane Cem evi
Uşak : 1 tane Cem evi
Yozgat : 36 tane Cem evi
Zonguldak : 10 tane Cem evi
Bayburt : 4 tane Cem evi
Kırıkkale : 10 tane Cem evi
Ardahan : 19 tane Cem evi
Yalova : 2 tane Cem evi
Osmaniye : 1 tane Cem evi

Ve yine 2015 yılı içerisinde bazı illerde Cem evi yapımları inşaat halinde olduğunda dolayı listeye alınmamıştır bu iller ise ; 
Hatay'da bir adet Cem evi inşaat halinde, İzmir'de 4 adet inşaat halinde, Kayseri'de 1 adet inşaat halinde, Tekirdağ'da bir adet inşaat halinde, Tunceli'de 2 adet inşaat halinde, Urfa'da 1 adet inşaat halindedir.Bu bilgiler ve sayılar 2015 yılına aittir sevgili canlar şuan ki Cem evi sayısı bundan daha fazla olup 800'e sayısına ulaşmış durumdadır.

3 Haziran 2016 Cuma

MHP'li Başkanın cenazesi Cemevi'nden kaldırıldı



Evli, üç çocuk babası avukat Mehmet Fırat, bir süredir kalp yetmezliği nedeniyle tedavi gördüğü Adnan Menderes Üniversitesi Hastanesi'nde, dün yaşamını yitirdi. MHP Söke İlçe eski başkanı olan Fırat'ın ölümü yakınları ve sevenlerini yasa boğdu. Fırat için, sünni olmasına rağmen vasiyeti üzerine Söke Cem Evi'nde bugün cenaze töreni düzenlendi.

Bornova Cem Evi'nden gelen Alevi dedesi Hıdır Gül'ün kıldırdığı cenaze ibadeti ardından Fırat'ın son kez Yenicami Mahallesi'ndeki evinin önünden geçirilen cenazesi, helallik alındıktan sonra Söke Granta Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Mehmet Fırat'ın oğlu Murat Fırat da kendisinin gönlünden geçenin de böyle bir tören olduğunu söyledi. Murat Fırat, "Rahmetli babamın can arkadaşlarının pek çoğu her zaman Aleviler oldu. Kendisi Sünni mezhebinden olmasına rağmen Alevileri çok severdi. Çevremizde ve sıkıntılı olan toplum nedeniyle böyle bir karar almak bizim için zor oldu. Ancak, cenaze töreninin burada yapılması bizleri gururlandırdı" diye konuştu.

2 Haziran 2016 Perşembe

Alevi Kökenli Cumhurbaşkanı: Cemal Gürsel



Dördüncü Cumhurbaşkanımız olan Cemal Gürsel'in Alevi kökenli olduğunu biliyormuydunuz? 


Tabiki mezhebimiz önemli değil, bir ulusuz. Peki neden Alevi olduğunu söylüyorum? Çünkü, bu ülkede, ne kadar Taşnakçı, Apocu-faşist, azınlık milliyetçisi-ırkçı, Marksist, vatansız-bayraksız sözde solcu, Osmanlıcı, Ümmetçi, Emevici varsa, hepsinin ortak düşmanı, Türkiye Cumhuriyeti ve ATATÜRK. Ve bunlar bizim'de onlara düşman olmamızı istiyorlar. Bunların bize :' Siz nasıl Alevi olup, Atatürkü seversiniz? Sizin için ne yaptı ' dediklerini görmüşsünüzdür.

İşte bak bu yüzden severiz. Buğün bir Suriye, bir Pakistan, veya Afganistan olmadığımız için severiz. Buğün, aynı Suriye'deki Nusayriler gibi, Afganistan'daki Hazaralar gibi, İrak'taki Şiiler gibi, kadınlarımızın köle pazarında satılmadığı için severiz! Buğün devletin, dinimize/mezhebimize karışmaya hakkı olmadığı, bir Alevi kökenli insan olarak siyasetçi, öğretmen, memur olmaya hakkımız olduğu için severiz. Ama adil olmalıyız. Alevilerin yükselmesi, Atatürk'ten önce başladı. Jöntürklerin lider kadrosunun çoğunluğu Aleviydi, ve Alevi olmayıp Aleviliği kabul ettiler. Enver, ve Talat Aleviydi, ve Atatürkün özel doktoru, kendisi'de bir Alevi, Atatürk'ün Selanik'te Alevi olduğunu yazmaktadır (Kaynak : Cemal Şener - Atatürk ve Aleviler).

Cemal Gürsel hakkında : 

-Eğitimi:
Cemal Gürsel, asker bir babanın 5 çocuğundan (Kemal, Celal, Cemile ve Sırrı) ikincisiydi. İlk öğrenime Ordu ilinden sonra Erzincan'da devam eden Gürsel, orta eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Kuleli Askerî Lisesi'ne askeri öğrenci olarak girdi. Kuleli'de son sınıf öğrencisiyken Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine 16 Ekim 1914'de askeri eğitimine ara verdi ve 4. Kolordu'da subay olarak göreve başladı.
1 Eylül 1922'de yüzbaşı rütbesine terfi etti. Bir yıl Harp Okulu'nda eğitim aldı. 1 Ekim 1926 tarihinde Harp Akademisi'ne başladı ve 1 Eylül 1929 tarihinde kurmay subay olarak Akademi'den mezun oldu. Gürsel, 27 Ocak 1927 tarihinde Melahat Hanım ile evlendi ve bu evlilikten Özdemir (1928-9 Eylül 1995) adını verdikleri bir oğlu oldu. Gürsel çiftinin Hatice Ergün adlı bir evlatlıkları da bulunmaktaydı. Oğlu Özdemir Gürsel'den ise Melkan ve Özdem adında iki torun sahibiydi. Babası Osmanlı subayı, Abidin, dedesi İbrahim (1820-1895) ve büyükdedesi Hacı Ahmet'dir (1790 - 1860). 

-Askerlik kariyeri
Birlik komutanlıkları ve karargâh görevlerinde 45 yıl süren askerlik hizmetinde bulundu.Gürsel, aktif askerlik görevine Çanakkale Savaşı'na katılarak başladı. 45 yıl süren askerlik kariyerinde, Türk Kara Kuvvetleri'ne bağlı çeşitli birliklerde komutanlık ve karargah görevlerinde hizmet verdi. Askeri ögrencilik yıllarından itibaren, popülerliği ve kendisine duyulan sevgi nedeniyle arkadaşlarınca "Aga" lakabı verildi ve vefatına kadar hep Cemal Aga olarak bilindi.

1914 ve 1917 yılları arası topçu teğmen olarak Çanakkale Savaşları'nda 1. Topçu Alayı'nın 1. Bataryası'nda savaştı. Çanakkale Savaşı sonrası, 1 Eylül 1917'de 41. Tümen Obüs Bataryası Komutanlığı'na atanarak Sina ve Filistin Cephesi'ne gönderildi. Filistin ve Suriye cephesindeki bütün savaşlarda 41. Alay'ın 5. Bağımsız Batarya olarak görev aldı. İngilizlere Gazze cephesinde 19 Eylül 1919'da esir düşerek Mısır'da iki yıl esir kaldı. 6 Ekim 1920 tarihinde serbest kalınca İstanbul'a dönüp, Erzurum Kongresi'ni izleyen günlerde Anadolu'ya geçerek, Kurtuluş Savaşı'nın Batı Cephesindeki bütün savaşlara katıldı.

1. Tümen'de üstün başarı ile verdiği hizmetleri için kıdem zammı ile taltif edildi. Büyük Taarruz'da fiilen görev başında muharebede bulunarak Harb Madalyası ve İstiklal Madalyası ile taltif edildi.

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Harp Okulu'nda bir yıl okudu; 1926'da Harp Akademisi'ne girdi, 1929'da kurmay oldu. Bu tarihten sonra çeşitli görevlerde bulunan Gürsel 1940'ta albay, 1946'da tuğgeneral oldu. Bir süre 65. Tümen komutanlığı yaptı, 1948'de tümgeneralliğe yükseldi. 12. Tümen komutanlığı, 18. Kolordu komutanlığı ve 2. Yurtiçi Bölge komutanlığı görevlerinde bulundu. 1953'te korgeneral, 1957'de orgeneral oldu. 7 Aralık 1957'de 3. Ordu müfettişliğine atandı


1 Haziran 2016 Çarşamba

Aleviler ve İstanbul'un Fethi



Alevi Bektaşi inanç merkezi olan dergahların altıyüz, yediyüz yıllık bir tarihi süreçte var oldukları ve Anadolu’nün Türkleşmesinde önemli bir işlevi yerine getirdikleri gözleniyor.

Tahtacı Türkmen Alevileri İstanbul'un Fethinde gemi yapımında görev yapmışlardır. 

Erikli Baba Dergahı ve onun sevenleri İstanbul alınmasında Türk kuvvetlerine yardımcı olmuşlar, Yeniçerilerin yanında yer almışlar, İstanbul’un fethinde ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir. Dergahın yanında konaklayan orduya gıda ve moral destekte bulunmuşlardır. Karargahtaki ordunun su ve gıda ihtiyacı yanı başlarındaki Erikli Baba Dergahı tarafından karşılandığı bilinmektedir. 

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u kuşatmasında; Anadolu ve Rumeli Hisarları’nın inşaası sırasında ve fethinde diğer Alevi Dergahları gibi Şahkulu Sultan Dergahı’nında maddi ve manevi yararları olmuştur.

İstanbul'un Fethinde emekleri geçen Alevi-Bektaşi Dergahları:
Karacaahmet Sultan ,Gözcü Baba , Eren Baba , Sancaktar Baba , Kartal Baba..

İstanbul Fethine Katılan Alevi Bektaşi Erenleri/Dedeleri.

Alevilerin ve Bektaşilerin “büyük piri Akbaba lakaplı Şeyh Mehmet Efendi İstanbul'un fethine katılanlardandır.

Akbıyık sultan: İstanbul’un fethinde bulunmuş ikinci Murad ve Fatih dönemi erenlerindendir. Türbesi Bursa Ulucamii yakınlarındadır.

Başçı İbrahim: Abdal Mehmed’e biat eden ve İstanbul’un fethinde de bulunan ahi ereni.

Siğil dede: İtanbul’un fethi öncesi Horasan’dan Bursa’ya gelen ve İstanbul’un fethine katılan eren.

31 Mayıs 2016 Salı

Emir Timur'un Yezid'in Mezarını Tahrip Ettirişi


1400 Ekim’inde Şam’ı alan Timur, ilk Emevi halifesi Muaviye’nin oğlu olan ve Hz Muhammed ‘in torunu Hüseyin ile yakınlarının Kerbela’da şehit edilmesine sebebiyet veren Yezid’in Şam’daki Emevi Camii’nin yakınında bulunan Babü’s-sagır Mezarlığındaki kabrini açtırmış ve Yezid’in kemiklerini yaktırmıştı. Bu sırada yıkım ve yok etme işinden Muaviye’nin mezarı da nasibini almış ve ortadan kaldırılmıştı. O dönem tarihçilerinin yazdıklarına göre, 1400 yılının sonbaharında önce Halep ile Humus’a ardından da Şam’a giren Timur, Şam’da üzerlerine derme çatma kulubelerin yapılmış olduğu bazı kişilerin mezarları olduğunu öğrendi. Ama bu mütevazı mezarların hemen ilerisinde, Emevi Camii’nin yakınında bulunan kubbeli ve son derece gösterişli bir mezarında Muaviye’nin oğlu Yezid’e ait olduğunu öğrenince hiddetlendi ve ”Sahabe mezarlarının kulübeler kondurmuş, peygamber efendimizin torununu katletmiş bu adama saray gibi mezar yapmışsınız” diyerek Yezid’in türbesinin derhal yıkılmasını, toprağının elli arşın kazılarak Kızıldeniz’e dökülmesini buyurdu ve askerinden binlercesini getirerek Yezid’in mezarının üzerine işetti !
Timur’un bu hareketi, sonraki asırlarda başka mezarların ortadan kaldırılmaları konusunda tam bir örnek teşkil edecek ve bu arada Muaviye ve Yezid’in kaybolan mezarlarının yerlerinin bulunduğu yolunda ortaya yeni iddialar ortaya atılacaktı. Şam’ın en eski mezarlığı olan ve tarihi İslam’ın ilk senelerine kadar uzanan Babüs-sagır’da şimdi her 20-25 senede bir Muaviye ile Yezid’e ait oldukları ileri sürülen mezarların bulunduğu söyleniyor, bu mezarlar Şiiler tarafından tahrip ediliyor ve bunları birkaç sene sonra başka mezar iddiaları takip ediyor. Babüs-sagır ‘da 1990′larda ortaya çıkartıldığı ve Muaviye’ye ait olduğu iddia edilen son mezarın başında ise, tahripten korunması için şimdi askerler nöbet tutuyorlar…
En başta Edirneli Oruç Bey olmak üzere, eski devir tarihçileri, Timur’un 1400 yıl Ekim’inde Şam’ı almasından hemen sonra Yezid’in mezarına yaptıklarını uzun uzun anlatırlar… Evliya Çelebi ise, meşhur ”Seyahatname” sinin dokuzuncu cildinde korku filmini andıran ama rengarenk sahneler nakleder ve Timur’un sadece mezarı tahrip etmekle kalmadığını, Yezid’e saygı gösteren binlerce kişiyi de yaktırdığını anlatır. Aşağıda, Evliya Çelebi’nin bu konuda yazdıklarının bir bölümünü günümüz Türkçesi’ne naklederek veriyorum : ”…Timur, Şam’ı aldıktan sonra Emevi Camii’ine gelip Yezid’in yolundan gidenlere ‘Burayı taht merkezi yapmaya karar verdim ama yapayalnızım. Beni evlendirin. El sürülmemiş öyle güzel bir kız bulun ki cihanda benzeri olmasın’ dedi.
Yezid’in yolundan gidenlerin şeyhi ‘Padişahım şayet cariyen olmasına tenezzül buyurursan benim kızımı al!’ diye öne çıktı, Timur bunu kabul edip kırk gün kırk gece düğün yaptı. Öyle bir şenlik odu ki, koskoca Şam’da tek bir çadır dahi kuracak yer kalmadı. Timur, kırk birinci gün, Yezid’in yolundan gidenlerin bütün şeyhlerini huzuruna kabul edip genç karısı ile Emevi Camii’nin yakınında gerdeğe girmek istediğini söyledi. Yezid’in şeyhleri hemen ‘Olmaaaz! Bu kadar kalabalık içerisinde Züleyha gibi güzel olan o kızın avret yerini keşfetmeye kalkarsanız şeyhimizin namusu incinir’ dediler. Bu sözü işiten Timur ‘Bre mel’unlar’ diye haykırdı. ‘Hazret-i Peygamber’in mübarek soyundan gelen İmam Hüseyin’i Kerbela’da şehit edip mübarek başını şehir şehir dolaştıran, evladını susuzluktan helak eden, soyundan gelenleri orda burda teşhir eden siz değil misiniz? Bunları yapmaya utanmadınız da şimdi şu mel’un herifin nikahlayıp aldığım kızı ile kapalı bir yerde gerdeğe girmemden mi utanıyorsunuz? Bre sizin ırzınız nedir? Söyleyin bana, ne şekilde katledeyim?’
Askerine emretti, her taraftan odun getirtip Yezid’in yolunda gidenleri Nemrud ateşi içinde bıraktı. Sonra gidip Yezid’in kabrini açtırdı. Cesedin hala bozulmadığını gören bazı askerlerinin ‘Sultanım, bu Yezid ne de olsa sahabedendir; affeyle!‘ demelerine daha da hiddetlendi, bir ateş daha yaktırdı, Yezid’in cesediyle beraber 13 kişiyi orada ateşe attı ve Yezid’in küllerini havaya savurttu. Bu iş bitince de bütün askerlerini çağırtıp mezarın üzerine işetti.”
-Murat BARDAKÇI

30 Mayıs 2016 Pazartesi

İttihat ve Terakki Cemiyeti'nde bir Bektaşi: Talat Paşa



"Ben bir tarikat bağlılığı bakımından Bektaşi'yim. Ali Aba'nın muhibbiyim. Anadolu ve Rumeli'ni mutlak bir Türk yurdu yapan manevi hareketin içinde Bektaşiliğin özel bir yeri vardır. Bu gerçeği elbette bir gün gelecek, o güzelim diyarların nasıl evlad-ı fatihan vatanı oluşumuna gelebildiğinin gerçek içeriğini araştıranlar, yadsınması olanaksız kanıtlamaya ulaşacaklardır. İşte bu ulusal yapıdan dolayıdır ki, Bektaşi'yim ve Ali Abii bağlısıyım (Bende-i Ali Abii). Hiçbir zaman bu inancımı saklamadım. Saklama gereği duymadım."

Talat Paşa

(Cemal Kutay (Haz.). "Bir Devir Aydınlanıyor. Talat Paşa'nın Gurbet Hatıraları", Tercüman Gazetesi. 01 Mart 1983)

29 Mayıs 2016 Pazar

Celalettin Harzemşah ve Türkmen Alevi Aşireti: Hormekli Aşireti


Hormekli Aşireti Tunceli, Erzincan, Bingöl, Muş ve Gümüşhane gibi birçok ile yayılmış Aleviliğe bağlı bir aşirettir. Türkçenin yanına Kurmançça ve Zazaca konuşurlar. Kelkit ve Refahiye'dekiler Kurmançça, diğerleri Zazaca bilir. Lolan, Alan, Abdalan, Balaban oymakları ile tarihin her döneminde kader birliği yapmış önemli bir aşirettir.

Osmanlı kaynaklarında Oğuzların "İğdir" boyundan olan "Rişvan" taifesinden olarak gösterilmiştir.

Hormekliler, atalardan süzülüp gelen rivayetlere göre Harzem Türklerindendir. Bu konuda ilk yazılı bilgi veren kişi, Osmanlıca yazdığı "Dersim Tarihi" adlı pek kıymetli eseriyle Nazımiye eski kaymakamı Mehmet Zülfü Yolga'dır. Onun söz konusu eserinde bildirdiğine göre Hormekliler, Harezmlilerin bakiyesidir. Celalettin Harzemşah ile bölgeye gelip yerleşen Harzem Türkleri, Dersimin değişik bölgelerine dağılmıştır. Sadece Hormekliler değil;
Haydaran, Balaban, Çarikli, Bulan, Bahtiyar, İzollu, Şadılı, Harpuran, Kıran, Yusufhan, Demenan ve Arıllı aşiretleride Harezm Türklerinden gelmekte ve hala eski geleneklerini yaşatmaktadırlar.

Dersim'de bir kısım ahalinin Harezm Türklerinden olduğuna dair geleneksel bilgiyi ifade eden bir başka kişi Dersim Milletvekili Hasan Hayri Bey'dir. 1921 yılında TBMM'ye yaptığı konuşmasına göre, Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat tarafından Harezm Türklerine, buralara yerleşme izni verilmiştir. Yavuz Sultan Selim zamanında can güvenliği nedeniyle Dersimin dağlarına çekilen bu Türkler, zamanla Türkçeden uzaklaşmışlardır.

1932 yılında yayımladığı kitabında Miralay M.Rıza, Çarıklı ve Lolan aşireti ile birlikte, Hormek aşireti mensuplarının Türk olduklarını bilip söyledikleri Bu aşiretlerin, Harezm Türklerinden geldiğine dair geleneksel bilgiyi, hiç şüphesiz ünlü Hormekli büyüğü rahmetli "Mehmet Şerif Fırat" olmuştur. Onun artık klasikler arasına giren "Doğu İlleri ve Varto Tarihi" adlı eserinde bu aşiretler hakkında detaylı bilgiler vermiştir. "Aşiretin yaşlı adamları"ndan derlediği geleneksel aktarımlara göre, Hormek aşireti Harzem üzerinden Horasan'a inmiş ve oradanda Anadoluya gelmiştir. Aşiret mensupları, önce Erzincan'a sonra Tunceli'ye ve oradanda daha güneye doğru yayılmıştır. Ancak şu anda Erzincan'da yaşayan Hormekliler güneyden gelenlerdir.



Anlaşıldığı kadarıyla Dersim'e sığınan ve daha güneye inen Hormek aşiretinin mensupları, temas ettikleri zumrelere göre Zazaca yahut Kurmançça konuşmaya başlamış, daha sonra Türkiyenin bir çok yerine dağılmışlardır. Bundan sonradır ki, aşiretin bazı kabileleri Osmanlı kayıtlarında "Ekrad" yani "Kürtler" olarak anılmaya başlamıştır. *Kendimde Demenan aşiretinin bir üyesi olarak memleketim Erzincan'da ve kökenlerim Tunceli'de, kendi aşiretimde dahil yukarıdaki bazı aşiretlerden yaşlı insanlarla muhabbetlerimde, kökenlerini Celalettin Harzemşah'a bağlayanları gördüm. Son Harzemşah hükümdarı Celalettin Harzemşah'ın mezarı, Tunceli'de "Sultan Hıdır" türbesindedir.


Not : (Dersim:Tunceli olarak değil Osmanlı'da kullanıldığı gibi bir bölge adı olarak kullanılmıştır.)

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Kara Kazan ve Mezara Yiyecek Bırakmak



Bugün Anadolu Alevilerinin en kutsal merkezi olan Hacıbektaş Ilçesi’nde bulunan Pir Dergahı’nda bir kara kazan bulunur. Kurban pişirilen bu kazanın bilinen ilk örnekleri Macaristan’da yapılan kazılarda bulunmuştur. Tören yerlerinde kara kazan kullanan bu halk da Türk halklarından birisi olan Avarlar’dır. Avar Türkleri; ölenlerin mezarlarına yiyecek ve su bırakıyorlardı. Ölenin öbür dünyada bu maddeleri yiyeceklerini düşünen Avarların torunları Anadolu’da karşımıza çıkıyor. Bu yöntem; günümüzde Aleviler arasında devam ediyor. Mezarların başına su, yiyecek, çiçek bırakılmaktadır.

Bu davranışın sebebi; ruhun ölümsüzlüğüne olan inançtır. Islam öncesi Türk inanışında; kişinin öbür dünyada yaşadığına inanılıyordu. Bu yüzden ölenin yanına silahları da gömülüyordu. Atı da ona kurban edilip yanı sıra bulunması sağlanmak isteniyordu. Ataya bağlılık ve onun ölümsüzlüğü, kuvvetli bir inanç modeli oluşturmuştu.

Anadolu Aleviliği Atalar kültünü bugün de sürdürüyor. Her Alevi büyüğü, çebresinde bir tekke, külliye oluşturuluyor. Hacı Bektaş Veli’den Karaca Ahmet Sultan’a ve Abdal Musa’dan Pir Sultan Abdal’a, hatta Aşık Mahzuni Şerif’e kadar bu atalar kültü yaşatılıyor. Bugün Aleviliği yaşayan ve yaşatan taban kitle de bu mekanlarla bütünleşerek inancını buralarda ortaya koyuyor.

Alevi dergahlarının yapılışı, kurban kesilmesi,karakazan olgusu; aynı zamanda Büyük Türk Hakanlığı diye adlandırılan Kök Türk (Göktürk) Imparatorluğu’nun büyük kahramanı Kül Tigin’in tapınak mezarında da karşımıza çıkıyor.

Anadolu Aleviliği’nin yaşatıldığı ve üretildiği temel okullar olan, Alevi dergahları, Kül Tigin tapınağında da görüldüğü üzere; köken olarak eski Türk tapınaklarının İslami bir kimlikle devamı durumundadırlar.

27 Mayıs 2016 Cuma

Eski Türklerde Turan Fikri


Türk mitolojisindeki kızıl elma simgeselliği

Elma; Eski Türkçe'de "alma" diye bilinen adının, meyvenin rengi olan ‘ al ‘ (kırmızıdan) geldiği bilinmektedir.

Kızıl Elma Türkler özellikle Oğuz Türkleri için Kızıl elma üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan idealler veya hayallerdir.

Kızıl elma Türkler tarafından değişik şekillerde tasvir edilmiş olup bazen bir belde bazen bir taht ya da parıldayan ve dünya hakimiyetini temsil eden som altından yapılma kızıl renkli bir küre, bazende bambaşka olgular olmuştur.

Bu altın top bazen zaferin işareti bazen hâkimiyetin sembolü bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü olarak ifade edilmiştir. Çok eski bir Türk inanç ve töresi olan Kızıl elma Türkistan'dan Hazar Denizi'nin doğusundan gelen Oğuzların Hazar kağanının ipek çadırının üzerinde hâkimiyetinin ifadesi olarak bulunan altın topu (Kızıl elma'yı) ele geçirmeyi amaç edinmişler.

Alevilerde Kızıl Elma Fikri

Türk Alevileri - Pir Sultan Abdal ve Kızıl Elma Fikri


Pir Sultan'da Kızıl Elma:

Alevîlerin yedi büyük ozanından biri kabul edilen Pir Sultan, aşağıdaki şiirlerinden de anlaşılacağı gibi ‘kızıl elma’ kavramını, düşüncesini ifade etmede kullanan Osmanlı döneminin Türk tasavvuf düşünürlerinden biridir. Pir Sultan, ‘kızıl elma’ imgesine bilinenin dışında bir anlam yükler.

Pir Sultan Abdal'ın nefeslerine baktığımızda ‘kızıl elma’ imgesinin, iki boyutunun olduğunu görüyoruz: Biri fiziksel, diğeri fiziksel boyut. Pir'e göre kızıl elmanın, mekanı ‘dost bağı’ diğer ifadeyle ‘cennettir’. Rengi, gül rengi veya soluk gül rengidir. Pir, iki ‘nefesinin’ sonunda renk ile beniz kavramlarının yerlerini değiştirerek ‘kızıl elma’yı, Hz. Ali'yi simgelemede kullanır.

Elma'sın, kızılelma'sın seni aşlarlar
Meyveni yerler de dalın taşlarlar
Sultan olan, kulun bağışlarlar
Ali'ye terceman gelen elmalar

Elma'sın kızılelma'sın rengini boya
Cümle melâikler donunu geye ( giye)
Kadrini bilmeyen kabuğun soya
Ali'ye terceman gelen elmalar

Elma'sın kızılelma'sın misk ile amber
Kokuna birikir cümle peygamber
Etin Fatma Ana, kabuğun Kamber
Ali'ye terceman gelen elmalar

Pir Sultan Abdal'ım vahdettir vahdet
Çiğidinden oldu Düldül gibi at
Bir adın seyfullah okunur âyet
Ali'ye terceman gelen elmalar.

Bir başka iki müstakil nefesinde, ‘kızıl elma’ ile Hz. Ali ilişkisine yer verir. Bu iki nefese göre ‘kızıl elma’, Hz.Ali'ye "terceman" olarak gelir. 26. nefes'e göre elmayı, Cebrail cennetten alır, Ali'ye getirerek terceman olarak sunar. nefese göre Ali, onları alır, koklar ve yüzüne sürer. Çünkü elmanın kokusu misk kokusudur. Elma bu kokusunu, geldiği mekandan, Pir'in ifadesiyle "dost bağı"ndan yani "cennet"ten alır. Misk kokulu elma, aynı zamanda "kırmızı amber" rengindedir. Buraya kadar belirlediklerimiz, kızıl elmanın fizik boyutudur. Pir, ‘elma’ imgesini iki nefeste şöyle anlatır:

Dost bağında kızıl alma
Gül rengi güllerden solma
Pir Sultan'ım gafil olma
Gelen Murteza Ali'dir.

Bir başka yerde;

Cennetteki kızıl alma
Gül benzi sararıp solma
Pir Sultan'ım gafil olma
Gelen Murteza Ali'dir.

Bu iki nefesteki kızıl elmayı niteleyen ‘terceman’ kavramına bakılırsa Kızıl elma, Hz.Ali'yi şah yapan bir niteliktir.